Önce kaos vardı!
29 Eylül 2010 Çarşamba
İnsan Olabilmek
Belki değerlerimize sahip çıkmak zorundayız. Bizi var eden değerlerimize. Türkiyelilik, Türkiyelilik içerisinde Türk,Arap,Çerkez,Kürt,Süryani,Müslüman,Hristiyan olmak gibi değerlerimize sahip çıkmak. Kızlık, erkeklik; zenginlik, fakirlik ve daha başka şeyler... Tüm bunların hiçbirisi bizi İNSAN OLABİLME yolundan ve amacından saptırmamalıdır. Hiçbirimizin varlık sebebi ve de var olma kaygısı BİR BAŞKASININ varlığını ne tehdit etmeli, ne de o kişinin varlığını ortadan kaldırmalıdır. Çok kısa bir süre yer alacağımız dünya hayatında HEPİMİZİN TEK KİMLİĞİNİN İNSAN OLDUĞUNU kavramak ve buna göre yaşamak temennisiyle...
Yunan Mitolojisi'nde Efsaneler-1
PSYKHE (RUH) ve EROS'UN AŞKLARI
Eros, annesi Aphrodite gibi dünyaya güzellik ve neşe getirir, insanların gönüllerini aşk ateşi ile yakar, insanların mutluluklarını ya da sonlarını hazırlardı. Sırtında bir çift kanadı vardı. Bu kanatlarla uçarak dünyayı dolaşır; geçtiği yerlere çiçek kokuları saçardı. Eros’un elinde her zaman okları olurdu. Bu oklarla insanları kalplerinden vurur onları birbirlerine aşık ederdi. Ve bir gün kendisi de bir güzele aşık oldu.
Psykhe (Ruh) bir kralın üç kızının en güzeli idi. Gerçekten o kadar güzel, o kadar alımlıydı ki görenler onu Aphrodit'e sanıyorlar ve ona tapınıyorlardı. Aphrodite bir ölümlü ile karıştırılmaktan hiç hoşlanmamıştı. Bu yüzden bir gün oğlu Eros’u yanına çağırdı ve onu dünyanın en çirkin erkeğine aşık ederek cezalandırmasını istedi. Eros annesinin isteğini yerine getirmek için hemen yola koyuldu. Psykhe’yi bulduğunda, çok gururlu olan ve kimseye aşık olmamakla övünen bu genç kızı, dünyanın en çirkin, en kötü erkeğine aşık etmeye niyetliydi; ancak kalbini nişan alarak oku atmak üzereyken Psykhe’nin güzelliği aklını başından aldı. Onu başkasına aşık etmek isterken kendisi aşık olmuştu. Psykhe’yi alıp sihirli bir saraya götürdü. Bu saray uyuyan bir ormanın ortasında kurulmuş, muhteşem fakat ıssız bir saraydı. Kanatlı güzel delikanlı gece karanlık düştükten sonra kendini göstermeden saraya giriyor ve sevdiği ile buluşuyordu. Sihirli sarayda bir insanın isteyebileceği her şey vardı. Fakat Psykhe’nin tek istediği kendisini deliler gibi seven bu delikanlının yüzünü görmekti. Fakat Eros bunu kabul etmiyordu, gece hep karanlıkta geliyor ve güneş doğmadan da gidiyordu, akşamları sarayda ateş ya da mum yakılmasını yasaklamıştı. Psykhe ne kadar yalvarsa da fayda etmedi.
“Aşkımızın sırrını kalbinde taşıdığın sürece mutlu olacaksın.” dedi Eros. “Beni görmeyi aklından bile geçirme, kim olduğumu ya da kimin oğlu olduğumu öğrenme, bilmeden tanımadan beni körü körüne sev. Senden gizlenen şeyleri öğrenmeye çalışarak mutlu olma fırsatnı elinden kaçırma.”
Ve Psykhe de bunu kabul etmiş, Eros’u görmeden, kim olduğunu bilmeden körü körüne sevmişti. Birlikte çok mutluydular; ancak Psykhe’nin kız kardeşleri onların bu mutluluğunu kıskandılar. Bir gün kardeşlerini ziyarete geldiklerinde ona sevdiği delikanlının dünyanın en çirkin, en iğrenç, en vahşi görünüşlü adamı olduğunu söylediler. Eğer güzel bir delikenlı olsaydı, sevdiğinden yüzünü gizlemezdi, seni böyle ıssız bir sarayda tutmazdı dediler. Ve ona gece sevdiği gelmeden önce yanan bir lambanın üzerine vazoyu ters çevirip koymasını söylediler. Böylece Eros uyuduktan sonra vazoyu kaldırıp aydınlıkta onun yüzünü görebilecekti.
Psykhe merakına engel olamayarak kardeşlerinin dediklerini yaptı. Yanan lambayı bir vazonun altına gizleyerek sevdiğini beklemeye başladı. Eros her şeyden habersiz saraya dönmüş kendini sevdiği kadının kollarının arasına bırakmıştı. Kısa sürede uykuya daldı. Psykhe, Eros uyuyunca gürültü yapmadan yavaşça yataktan kalktı ve ters çevirdiği vazoyu alarak lambayı eline aldı, yatağa yaklaştığında gördükleri karşısında hayrete düştü. Çirkin ve iğrenç bir erkek görmeyi beklerken genç çok yakışıklı bir erkekle karşılaşmıştı. Eros’un yakışıklılığı dünyadaki başka hiç bir erkekle kıyaslanamazdı. Yüzü tarif edilemeyecek kadar güzel bu delikalıyı görünce Psykhe’nin ona duyduğu aşk daha da arttı. Sevdiğini alnındn öpmek için eğildiğinde elindeki tabağı düz tutamadığından içinde fitil bulunan lambanın kızgın yağından bir damla Eros’un çıplak omzuna damladı. Eros duyduğu acıyla sıçrayarak uyandı. Sevgilisinin kendisini dinlemeyip yüzünü görmek için ona oyun oynadığını anlayınca hemen kanatlarını açıp uçarak oradan uzaklaştı. Eros’un gitmesiyle Psykhe için yaptığı büyülü saray da bozuldu. Psykhe üzüntüden ne yapacağını bilmez olmuştu. Hatası yüzünden dünyada her şeyden çok sevdiği kişiyi kaybetmenin acısıyla yollara düştü. Sevdiğini tekrar bulma ümidiyle tüm dünyayı dolaştı, sayısız yerler gezdi; ama bir türlü Eros’un izine rastlayamadı. Nihayet dolaşmaktan bitkin bir halde Aphrodite’in sarayının kapısını çaldı. Onun kendisine acıyıp oğlunun yerini söyleyebileceğini düşünmüştü; ancak Aphrodite ona yardım etmek bir yana onu bir köle olarak çalıştırmaya başladı. Zavallı Psykhe sevdiğine ulaşabilmek için buna da razı oldu ve tek kelime dahi etmeden kendisine emredilen her şeyi yaptı. Eros için her türlü acıya katlanmaya razı oldu.
Nihayet bir gün Eros’un yanan omzu iyileşti ve kendisine bu kadar yürekten bağlı olan sevgilisinin kaderini değiştirmek için Olympos’a gitti. Zeus’un ayaklarına kapanıp Psykhe’nin kurtarılması ve kendisine eş olarak verilmesi için yalvardı. Zeus onun tüm isteklerini kabul ederek Hermes’e Psykhe’nin Olympos’a getirilmesini emretti.
Psykhe tanrılar katına getirildi ve orada hayatta her şeyden daha çok sevdiği erkekle evlenerek çok mutlu bir hayat sürdü.
ALTIN POST EFSANESİ
Karadeniz’deki Kolkhis ülkesine kaçırılan kanatlı koçun postudur. Zeus’a kurban edilen koçun altından olan postu Ares’e adanmış bir korulukta saklanmaktadır. İolkos ülkesinin kralı Aison’un oğlu Iason, amcası Pelias’tan tahtı geri ister. Pelias, Iason’dan bunun için Kolkhis’e gidip Altın Postu getirmesini şart koşar.
Altın Post (Gürcüce: ოქროს საწმისი / Okros Satsmisi). Mitolojide zenginliği ve iktidarı sembolze eden post. Bu postun bulunduğu yer, Gürcistan’ın Karedeniz kıyısındaki tarihsel bölgesi Kolheti’dir.
Yunan mitolojisinde, Güneş tanrısı Helious’un oğlu olan Kolheti kralı Aieti’nin (Aietes) görkemli bir zenginliğe, bir koçun altın postuna ya da Altın Post’a sahip olduğu anlatılır. Yunanistan’da İason’un başkanlığında kahramanlar bir araya gelirler ve Altın Post’u ele geçirmek için Kolheti’ye gitmeye karar verirler. Argonotlar, Argo (bu geminin adından dolayı onlara Argonot denmiştir) adlı bir gemi yaparlar ve Kolheti’ye doğru yola çıkarlar. Uzun ve çok zor bir yolculuktan sonra Aieti’nin güçlü ve zengin krallığına varırlar.
Kral, Yunanlı kahramanları saygıyla karşılar ve gelmelerinin nedenini öğrenir. Aieti, İaosun’un, şartlarını yerine getirmesi halinde Altın Post’u Yunanlılar'a vermeye karar verir. İason önce ateş püskürten öküzlere boyun eğdirecek, başlarına boyunduruk geçirecek ve büyük bir tarlayı sürecektir. Sonra İason’un ejderhayı öldürmesi ve onun dişlerini toprağa ekmesi gerekir. Bu dişlerden savaşçılar çıkacaktır. İason’un bu savaşçılarla savaşması ve onları yenmesi gerekir. Yunanlılar ancak bundan sonra Altın Post’u alabileceklerdir. Bu şartları, Aieti’nin dışında kimsenin yerine getirmesi mümkün değildir. Bundan dolayı Kral Aieti, İason’un öleceğinden emindir.
Argo Gemisi, Kralın kızı Medea’nın (Medeia) yardımı olmasa, Yunanlıların liderinin, Aieti’nin şartlarını yerine getiremeyeceği açıktır. Kralın kızı, ilk görüşte İason’a âşık olmuş ve ona yardım etmeye karar vermiştir. Onun yardımıyla İason, kralın şartlarını kolayca yerine getirir ve Aieti’den Altın Post’u ister. Kral, Yunanlılara kimin yardım ettiğini hemen anlar ve Altın Post’u vermeyeceğini açıklar. Bunun üzerine İason, postu ele geçirmeye karar verir. Ne var ki Medea’nın yardımı olmadan bunu gerçekleştirmesi olanaksızdır. Kralın kızı Medea bir büyücüdür, postu bekleyen korkunç ejderhayı uyutur ve Yunanlılar böylece Altın Post’u ele geçirmeyi başarırlar. Hızla gemilerine binerler ve ülkeleri Yunanistan’a doğru yola çıkarlar. Medea da İason’la birlikte gider. Aieti, postun götürüldüğünü ve kızının kaçtığını öğrenir öğrenmez, hemen ordusunu toplar ve Yunanlıların peşine salar, ama askerler Altın Post’u geri almayı başaramazlar.
APOLLON ve HYAKİNTOS'UN SÜMBÜL OLUŞU
Kral Amyklos’un HYAKİNTOS adında güzel bir oğlu vardı. Çok yakışıklı bir delikanlı olduğundan ışık ve güzel sanatların tanrısı APOLLON onun güzelliğine hayran olmuş, ona candan bağlanmıştı. Samimiyetleri ve dostlukları çok ileri gittiğinden boş zamanlarını EUROTAS’ın çiçekli kıyılarında çimenler üstünde disk atmakla geçirirlerdi…Bir gün yine her zamanki gibi aynı yere gitmişler, akan derenin şırıltısını dinleyerek bu eğlenceli oyunla meşgul oluyorlardı. Fakat başı çelenklerle süslü kelebek kanatlı ve sarışın ZEPHİROS da Apollon gibi, güzel Hyakintos’a gönül vermişti. Onun Apollon’la sıkı fıkı görüşmesini çekemiyor, adeta kıskançlıktan kuduruyordu.Zephiros, gemicilerin en sevdiği rüzgar olduğu halde görevini yapmıyor, hatta kederinin arttığı dönemlerde gemileri kayalara bile çarptırıyordu. İşte Hyakinthos’a hastalık derecesinde bağlanan Zephiros fırsattan yararlanarak, Apollon’un diski Hyakinthos’a attığı sırada bir hareketiyle diskin yolunu şaşırttı ve delikanlının kafasına çarptırdı. Zavallı Hyakinthos hemen yere yığıldı. Kafası patlamış, ağzından burnundan durmadan kan geliyordu.Bu felaket karşısında Apollon kalbinden vuruldu. Deli divane oldu. Apollon hemen sağlık tanrısı ASKLEPİOS’u çağırdı ve ona en etkili ilaçları koymasını söyledi. Fakat ne yazık ki ilaçlar işe yaramadı ve Hyakinthos can verdi. Kederinden ne yapacağını bilemeyen yaz mevsiminin kızgın tanrısı şöyle bağırdı:''-Ey sevgili çocuk, ölüyorsun, senin taze ve güzel gençliğini ben kendi ellerimle yıktım, yok ettim. Mademki ben seninle mezara, yer altına gelemiyorum, mademki benim yerim göklerdedir, istiyorum ki seni kendim gibi bir ölümsüz yapayım. İstiyorum ki seni, neşeli ve kudretli olduğum zamanlarda görebileyim, ışıklarımla seni okşayayım, koklayayım. Onun için seni çiçek yapacağım. Sen yaşayacaksın. Ben dünyaya yaklaştığım ve ilkbahar kara kışı bozguna uğrattığı zaman sen topraktan baş kaldıracak fışkıracaksın. Apollon bu sözleri söyledikten sonra Hyakinthos’un kanının düştüğü yerden bizim SÜMBÜL dediğimiz çiçek fışkırır boy verir.
LYDİALI ARAKHNE'NİN ÖRÜMCEK OLUŞU
Athena insanlarin yaptigi bütün sanatlarin ve islerin, özellikle kadinlarin yaptiklari ince nakislarin islemelerin koruyucusu idi. Hera’nin gelinligini kendi elleri ile hazirlamisti. Bu gibi islerde oldukça basarili olan Yunanli kadinlar sanatlarini Athena’yi çalisirken seyrederek ögrendiklerini, onun ögütlerini dinlediklerini söyleyerek övünürlerdi. Fakat iyi kalpli yumusak Athena’nin da zaman zaman öfkeye kapilip kalp kirdigi, intikam aldigi olurdu.
Efsaneye göre Lydia’li güzel bir kiz olan Arakne ( Arachne) gergef islemekte, oya yapmakta o kadar başarılıymış ki arada sırada Nympha’lar bile, ormanlardan ve su baslarindan ayrilarak onu izlemeye gelirlerdi. Bir gün periler ona bu güzel sanatı bu kadar hos gergef işlemeyi sana Zeka Tanriçası mı ögretti diye sordular. Arakhne ise “O kim benimle boy ölçüsebilir, ben bu işte herkesi hatta Athena’yı bile geride bırakırım ” diye karşılık verdi.
Athena bütün bunları duymuştu. İhtiyar bir kadın şekline girerek Arakhne’nin yanına geldi. “Kızım! ” dedi. ” İhtiyarlık insana yalnız keder ve üzüntü getirmez, tecrübe de getirir. Öğütlerimi yabana atma, evet sen sanatında çok başarılısın, bütün kadınları, kızları geçebilirsin; fakat bir tanrıçanın gücü, sanatı her şeyin üstündedir. Kendini o kadar büyük görme.
“Ben gurura kapılmıyorum, kendimi büyük görmüyorum, gerçeği söylüyorum. İsterse Athena gelsin, ben onunla da yarışa girerim'' dedi.
“İşte geldi, hodri meydan” demiş. Ellerine aldıkları gergefleri büyük bir hız ve incelikle işlemeye başlamışlar. Athena doğal olarak tanrı ve tanrıçaların mekanı Olimpos’tan ve tanrı ve tanrıçaların yaptığı büyük işlerden sahneler işlerken; Arakhne tanrı ve tanrıçaların aşk sahnelerinden görüntüler işlemekteymiş. Athena ki, hakkında hiçbir şekilde aşk dedikodusu olmayan ve namus kavramının timsali ve koruyucusu olarak bilinmekte, işleriyle meşguliyeti nedeniyle evlenmemiş bir tanrıçaymış. Bir gün kendisini nehirde yıkanırken gören yaşlı bir adami bile kör etmişken, bu tür sahnelerin resmedilmesine tahammül etmesi beklenemezdi. Sonunda her ikisi de gergef işlerini bitirmişler. Athena, Arakhne’nin yaptığı gergefi alıp, yırtmış. Arakhne bu davranisa karşılık kendini öldürmek istemiş. Athena da “Madem sınırını bilmiyorsun ve ayrıca kendini bu işte bir numara görüyorsun, sen bundan sonra ömrünü ağ üzerinde desen işleyerek geçireceksin” diyerek onu örümceğe çevirmiş.
O günden beri de örümcekler, bu durumun utancı ile hep kuytu köşelerde ve sessiz sedasız bir şekilde ağlarını örmüşler.
***Alıntıdır***
Eros, annesi Aphrodite gibi dünyaya güzellik ve neşe getirir, insanların gönüllerini aşk ateşi ile yakar, insanların mutluluklarını ya da sonlarını hazırlardı. Sırtında bir çift kanadı vardı. Bu kanatlarla uçarak dünyayı dolaşır; geçtiği yerlere çiçek kokuları saçardı. Eros’un elinde her zaman okları olurdu. Bu oklarla insanları kalplerinden vurur onları birbirlerine aşık ederdi. Ve bir gün kendisi de bir güzele aşık oldu.
Psykhe (Ruh) bir kralın üç kızının en güzeli idi. Gerçekten o kadar güzel, o kadar alımlıydı ki görenler onu Aphrodit'e sanıyorlar ve ona tapınıyorlardı. Aphrodite bir ölümlü ile karıştırılmaktan hiç hoşlanmamıştı. Bu yüzden bir gün oğlu Eros’u yanına çağırdı ve onu dünyanın en çirkin erkeğine aşık ederek cezalandırmasını istedi. Eros annesinin isteğini yerine getirmek için hemen yola koyuldu. Psykhe’yi bulduğunda, çok gururlu olan ve kimseye aşık olmamakla övünen bu genç kızı, dünyanın en çirkin, en kötü erkeğine aşık etmeye niyetliydi; ancak kalbini nişan alarak oku atmak üzereyken Psykhe’nin güzelliği aklını başından aldı. Onu başkasına aşık etmek isterken kendisi aşık olmuştu. Psykhe’yi alıp sihirli bir saraya götürdü. Bu saray uyuyan bir ormanın ortasında kurulmuş, muhteşem fakat ıssız bir saraydı. Kanatlı güzel delikanlı gece karanlık düştükten sonra kendini göstermeden saraya giriyor ve sevdiği ile buluşuyordu. Sihirli sarayda bir insanın isteyebileceği her şey vardı. Fakat Psykhe’nin tek istediği kendisini deliler gibi seven bu delikanlının yüzünü görmekti. Fakat Eros bunu kabul etmiyordu, gece hep karanlıkta geliyor ve güneş doğmadan da gidiyordu, akşamları sarayda ateş ya da mum yakılmasını yasaklamıştı. Psykhe ne kadar yalvarsa da fayda etmedi.
“Aşkımızın sırrını kalbinde taşıdığın sürece mutlu olacaksın.” dedi Eros. “Beni görmeyi aklından bile geçirme, kim olduğumu ya da kimin oğlu olduğumu öğrenme, bilmeden tanımadan beni körü körüne sev. Senden gizlenen şeyleri öğrenmeye çalışarak mutlu olma fırsatnı elinden kaçırma.”
Ve Psykhe de bunu kabul etmiş, Eros’u görmeden, kim olduğunu bilmeden körü körüne sevmişti. Birlikte çok mutluydular; ancak Psykhe’nin kız kardeşleri onların bu mutluluğunu kıskandılar. Bir gün kardeşlerini ziyarete geldiklerinde ona sevdiği delikanlının dünyanın en çirkin, en iğrenç, en vahşi görünüşlü adamı olduğunu söylediler. Eğer güzel bir delikenlı olsaydı, sevdiğinden yüzünü gizlemezdi, seni böyle ıssız bir sarayda tutmazdı dediler. Ve ona gece sevdiği gelmeden önce yanan bir lambanın üzerine vazoyu ters çevirip koymasını söylediler. Böylece Eros uyuduktan sonra vazoyu kaldırıp aydınlıkta onun yüzünü görebilecekti.
Psykhe merakına engel olamayarak kardeşlerinin dediklerini yaptı. Yanan lambayı bir vazonun altına gizleyerek sevdiğini beklemeye başladı. Eros her şeyden habersiz saraya dönmüş kendini sevdiği kadının kollarının arasına bırakmıştı. Kısa sürede uykuya daldı. Psykhe, Eros uyuyunca gürültü yapmadan yavaşça yataktan kalktı ve ters çevirdiği vazoyu alarak lambayı eline aldı, yatağa yaklaştığında gördükleri karşısında hayrete düştü. Çirkin ve iğrenç bir erkek görmeyi beklerken genç çok yakışıklı bir erkekle karşılaşmıştı. Eros’un yakışıklılığı dünyadaki başka hiç bir erkekle kıyaslanamazdı. Yüzü tarif edilemeyecek kadar güzel bu delikalıyı görünce Psykhe’nin ona duyduğu aşk daha da arttı. Sevdiğini alnındn öpmek için eğildiğinde elindeki tabağı düz tutamadığından içinde fitil bulunan lambanın kızgın yağından bir damla Eros’un çıplak omzuna damladı. Eros duyduğu acıyla sıçrayarak uyandı. Sevgilisinin kendisini dinlemeyip yüzünü görmek için ona oyun oynadığını anlayınca hemen kanatlarını açıp uçarak oradan uzaklaştı. Eros’un gitmesiyle Psykhe için yaptığı büyülü saray da bozuldu. Psykhe üzüntüden ne yapacağını bilmez olmuştu. Hatası yüzünden dünyada her şeyden çok sevdiği kişiyi kaybetmenin acısıyla yollara düştü. Sevdiğini tekrar bulma ümidiyle tüm dünyayı dolaştı, sayısız yerler gezdi; ama bir türlü Eros’un izine rastlayamadı. Nihayet dolaşmaktan bitkin bir halde Aphrodite’in sarayının kapısını çaldı. Onun kendisine acıyıp oğlunun yerini söyleyebileceğini düşünmüştü; ancak Aphrodite ona yardım etmek bir yana onu bir köle olarak çalıştırmaya başladı. Zavallı Psykhe sevdiğine ulaşabilmek için buna da razı oldu ve tek kelime dahi etmeden kendisine emredilen her şeyi yaptı. Eros için her türlü acıya katlanmaya razı oldu.
Nihayet bir gün Eros’un yanan omzu iyileşti ve kendisine bu kadar yürekten bağlı olan sevgilisinin kaderini değiştirmek için Olympos’a gitti. Zeus’un ayaklarına kapanıp Psykhe’nin kurtarılması ve kendisine eş olarak verilmesi için yalvardı. Zeus onun tüm isteklerini kabul ederek Hermes’e Psykhe’nin Olympos’a getirilmesini emretti.
Psykhe tanrılar katına getirildi ve orada hayatta her şeyden daha çok sevdiği erkekle evlenerek çok mutlu bir hayat sürdü.
ALTIN POST EFSANESİ
Karadeniz’deki Kolkhis ülkesine kaçırılan kanatlı koçun postudur. Zeus’a kurban edilen koçun altından olan postu Ares’e adanmış bir korulukta saklanmaktadır. İolkos ülkesinin kralı Aison’un oğlu Iason, amcası Pelias’tan tahtı geri ister. Pelias, Iason’dan bunun için Kolkhis’e gidip Altın Postu getirmesini şart koşar.
Altın Post (Gürcüce: ოქროს საწმისი / Okros Satsmisi). Mitolojide zenginliği ve iktidarı sembolze eden post. Bu postun bulunduğu yer, Gürcistan’ın Karedeniz kıyısındaki tarihsel bölgesi Kolheti’dir.
Yunan mitolojisinde, Güneş tanrısı Helious’un oğlu olan Kolheti kralı Aieti’nin (Aietes) görkemli bir zenginliğe, bir koçun altın postuna ya da Altın Post’a sahip olduğu anlatılır. Yunanistan’da İason’un başkanlığında kahramanlar bir araya gelirler ve Altın Post’u ele geçirmek için Kolheti’ye gitmeye karar verirler. Argonotlar, Argo (bu geminin adından dolayı onlara Argonot denmiştir) adlı bir gemi yaparlar ve Kolheti’ye doğru yola çıkarlar. Uzun ve çok zor bir yolculuktan sonra Aieti’nin güçlü ve zengin krallığına varırlar.
Kral, Yunanlı kahramanları saygıyla karşılar ve gelmelerinin nedenini öğrenir. Aieti, İaosun’un, şartlarını yerine getirmesi halinde Altın Post’u Yunanlılar'a vermeye karar verir. İason önce ateş püskürten öküzlere boyun eğdirecek, başlarına boyunduruk geçirecek ve büyük bir tarlayı sürecektir. Sonra İason’un ejderhayı öldürmesi ve onun dişlerini toprağa ekmesi gerekir. Bu dişlerden savaşçılar çıkacaktır. İason’un bu savaşçılarla savaşması ve onları yenmesi gerekir. Yunanlılar ancak bundan sonra Altın Post’u alabileceklerdir. Bu şartları, Aieti’nin dışında kimsenin yerine getirmesi mümkün değildir. Bundan dolayı Kral Aieti, İason’un öleceğinden emindir.
Argo Gemisi, Kralın kızı Medea’nın (Medeia) yardımı olmasa, Yunanlıların liderinin, Aieti’nin şartlarını yerine getiremeyeceği açıktır. Kralın kızı, ilk görüşte İason’a âşık olmuş ve ona yardım etmeye karar vermiştir. Onun yardımıyla İason, kralın şartlarını kolayca yerine getirir ve Aieti’den Altın Post’u ister. Kral, Yunanlılara kimin yardım ettiğini hemen anlar ve Altın Post’u vermeyeceğini açıklar. Bunun üzerine İason, postu ele geçirmeye karar verir. Ne var ki Medea’nın yardımı olmadan bunu gerçekleştirmesi olanaksızdır. Kralın kızı Medea bir büyücüdür, postu bekleyen korkunç ejderhayı uyutur ve Yunanlılar böylece Altın Post’u ele geçirmeyi başarırlar. Hızla gemilerine binerler ve ülkeleri Yunanistan’a doğru yola çıkarlar. Medea da İason’la birlikte gider. Aieti, postun götürüldüğünü ve kızının kaçtığını öğrenir öğrenmez, hemen ordusunu toplar ve Yunanlıların peşine salar, ama askerler Altın Post’u geri almayı başaramazlar.
APOLLON ve HYAKİNTOS'UN SÜMBÜL OLUŞU
Kral Amyklos’un HYAKİNTOS adında güzel bir oğlu vardı. Çok yakışıklı bir delikanlı olduğundan ışık ve güzel sanatların tanrısı APOLLON onun güzelliğine hayran olmuş, ona candan bağlanmıştı. Samimiyetleri ve dostlukları çok ileri gittiğinden boş zamanlarını EUROTAS’ın çiçekli kıyılarında çimenler üstünde disk atmakla geçirirlerdi…Bir gün yine her zamanki gibi aynı yere gitmişler, akan derenin şırıltısını dinleyerek bu eğlenceli oyunla meşgul oluyorlardı. Fakat başı çelenklerle süslü kelebek kanatlı ve sarışın ZEPHİROS da Apollon gibi, güzel Hyakintos’a gönül vermişti. Onun Apollon’la sıkı fıkı görüşmesini çekemiyor, adeta kıskançlıktan kuduruyordu.Zephiros, gemicilerin en sevdiği rüzgar olduğu halde görevini yapmıyor, hatta kederinin arttığı dönemlerde gemileri kayalara bile çarptırıyordu. İşte Hyakinthos’a hastalık derecesinde bağlanan Zephiros fırsattan yararlanarak, Apollon’un diski Hyakinthos’a attığı sırada bir hareketiyle diskin yolunu şaşırttı ve delikanlının kafasına çarptırdı. Zavallı Hyakinthos hemen yere yığıldı. Kafası patlamış, ağzından burnundan durmadan kan geliyordu.Bu felaket karşısında Apollon kalbinden vuruldu. Deli divane oldu. Apollon hemen sağlık tanrısı ASKLEPİOS’u çağırdı ve ona en etkili ilaçları koymasını söyledi. Fakat ne yazık ki ilaçlar işe yaramadı ve Hyakinthos can verdi. Kederinden ne yapacağını bilemeyen yaz mevsiminin kızgın tanrısı şöyle bağırdı:''-Ey sevgili çocuk, ölüyorsun, senin taze ve güzel gençliğini ben kendi ellerimle yıktım, yok ettim. Mademki ben seninle mezara, yer altına gelemiyorum, mademki benim yerim göklerdedir, istiyorum ki seni kendim gibi bir ölümsüz yapayım. İstiyorum ki seni, neşeli ve kudretli olduğum zamanlarda görebileyim, ışıklarımla seni okşayayım, koklayayım. Onun için seni çiçek yapacağım. Sen yaşayacaksın. Ben dünyaya yaklaştığım ve ilkbahar kara kışı bozguna uğrattığı zaman sen topraktan baş kaldıracak fışkıracaksın. Apollon bu sözleri söyledikten sonra Hyakinthos’un kanının düştüğü yerden bizim SÜMBÜL dediğimiz çiçek fışkırır boy verir.
LYDİALI ARAKHNE'NİN ÖRÜMCEK OLUŞU
Athena insanlarin yaptigi bütün sanatlarin ve islerin, özellikle kadinlarin yaptiklari ince nakislarin islemelerin koruyucusu idi. Hera’nin gelinligini kendi elleri ile hazirlamisti. Bu gibi islerde oldukça basarili olan Yunanli kadinlar sanatlarini Athena’yi çalisirken seyrederek ögrendiklerini, onun ögütlerini dinlediklerini söyleyerek övünürlerdi. Fakat iyi kalpli yumusak Athena’nin da zaman zaman öfkeye kapilip kalp kirdigi, intikam aldigi olurdu.
Efsaneye göre Lydia’li güzel bir kiz olan Arakne ( Arachne) gergef islemekte, oya yapmakta o kadar başarılıymış ki arada sırada Nympha’lar bile, ormanlardan ve su baslarindan ayrilarak onu izlemeye gelirlerdi. Bir gün periler ona bu güzel sanatı bu kadar hos gergef işlemeyi sana Zeka Tanriçası mı ögretti diye sordular. Arakhne ise “O kim benimle boy ölçüsebilir, ben bu işte herkesi hatta Athena’yı bile geride bırakırım ” diye karşılık verdi.
Athena bütün bunları duymuştu. İhtiyar bir kadın şekline girerek Arakhne’nin yanına geldi. “Kızım! ” dedi. ” İhtiyarlık insana yalnız keder ve üzüntü getirmez, tecrübe de getirir. Öğütlerimi yabana atma, evet sen sanatında çok başarılısın, bütün kadınları, kızları geçebilirsin; fakat bir tanrıçanın gücü, sanatı her şeyin üstündedir. Kendini o kadar büyük görme.
“Ben gurura kapılmıyorum, kendimi büyük görmüyorum, gerçeği söylüyorum. İsterse Athena gelsin, ben onunla da yarışa girerim'' dedi.
“İşte geldi, hodri meydan” demiş. Ellerine aldıkları gergefleri büyük bir hız ve incelikle işlemeye başlamışlar. Athena doğal olarak tanrı ve tanrıçaların mekanı Olimpos’tan ve tanrı ve tanrıçaların yaptığı büyük işlerden sahneler işlerken; Arakhne tanrı ve tanrıçaların aşk sahnelerinden görüntüler işlemekteymiş. Athena ki, hakkında hiçbir şekilde aşk dedikodusu olmayan ve namus kavramının timsali ve koruyucusu olarak bilinmekte, işleriyle meşguliyeti nedeniyle evlenmemiş bir tanrıçaymış. Bir gün kendisini nehirde yıkanırken gören yaşlı bir adami bile kör etmişken, bu tür sahnelerin resmedilmesine tahammül etmesi beklenemezdi. Sonunda her ikisi de gergef işlerini bitirmişler. Athena, Arakhne’nin yaptığı gergefi alıp, yırtmış. Arakhne bu davranisa karşılık kendini öldürmek istemiş. Athena da “Madem sınırını bilmiyorsun ve ayrıca kendini bu işte bir numara görüyorsun, sen bundan sonra ömrünü ağ üzerinde desen işleyerek geçireceksin” diyerek onu örümceğe çevirmiş.
O günden beri de örümcekler, bu durumun utancı ile hep kuytu köşelerde ve sessiz sedasız bir şekilde ağlarını örmüşler.
***Alıntıdır***
27 Eylül 2010 Pazartesi
Dikkat
Bir aksilik olmassa eğer her hafta bir mitolojik karakter hakkında sizlere detaylı bilgi sunacağım. Doğuşundan gelişimine, hikayelerinden efsanelerine kadar olacak bu bilgi. Ve bunu Her Cumartesi yapmayı düşünüyorum. Bilgilerinize sunulur!
İlk Tanrılar ve Olimpiyan Tanrılar
Hesiodos'a göre ilk önce Khaos vardı. Daha sonra sırayla Gaia, Tartaros, Eros, Erebus, Pontus, Ourea, Kronos, Nyks, ve Aether oluştu.
* Gaia: Toprağın ve yeryüzünün tanrıçası.
* Uranos: Gökyüzünün tanrısı.
* Kronos: Zamanın titanı.
* Kratos: Dayanıklılık ve gücün tecessümüdür.
Ayrıca Olimpia Dağı'nda kalan ve Yunan mitolojisinin genel konusu olan tanrılar da vardır ki bunlara OLİMPİYAN TANRILAR da denir.
Olimpiyan olarak adladırılabilen bu 12 tanrıyı görevleriyle beraber sıralarsak:
* Zeus: Tanrıların kralı, en büyük tanrı, Olimpos'un ve tanrılar da dahil olmak üzere her şeyin yöneticisi. Aynı zamanda şimşek tanrısı.
* Hera: Zeus'un karısı ve kızkardeşi, evliliğin tanrıçası.
* Poseidon: Denizler, depremler ve atlar tanrısı. Zeus'tan sonra gelen 2 büyük tanrıdan biri ve Zeus'un erkek kardeşi(diğeri Hades).
* Hades: Yeraltının tanrısı, ölülerin yöneticisi, Zeus'tan sonraki en büyük 2 tanrıdan biri ve Zeusun erkek kardeşi(diğeri Poseidon).
* Athena: Zekâ, sanat, eğitim ve savaş stratejisi tanrıçası.
* Ares: Savaş ve kahramanların tanrısı.
* Hephaistos: Ateşin ve demirciliğin tanrısı. Tanrıların demircisidir.
* Apollon: Müzik,kehanet,sağlık,okçuluk,güneş,ateş ve şifa tanrısı.
* Artemis: Avcılığın ve hayvanların tanrıçası.
* Hermes: Hırsızların ve yolcuların tanrısı. Tanrıların ulağı.
* Aphrodite: Aşkın, cinselliğin ve fiziki güzelliğin tanrıçası.
* Hestia: Evin, ailenin ve ocağın tanrıçası.
* Demeter: Doğanın, tarımın ve bereketin tanrıçası.
* Dionisos: Sarhoşluğun, deliliğin ve şarabın tanrısı.
***Alıntıdır***
* Gaia: Toprağın ve yeryüzünün tanrıçası.
* Uranos: Gökyüzünün tanrısı.
* Kronos: Zamanın titanı.
* Kratos: Dayanıklılık ve gücün tecessümüdür.
Ayrıca Olimpia Dağı'nda kalan ve Yunan mitolojisinin genel konusu olan tanrılar da vardır ki bunlara OLİMPİYAN TANRILAR da denir.
Olimpiyan olarak adladırılabilen bu 12 tanrıyı görevleriyle beraber sıralarsak:
* Zeus: Tanrıların kralı, en büyük tanrı, Olimpos'un ve tanrılar da dahil olmak üzere her şeyin yöneticisi. Aynı zamanda şimşek tanrısı.
* Hera: Zeus'un karısı ve kızkardeşi, evliliğin tanrıçası.
* Poseidon: Denizler, depremler ve atlar tanrısı. Zeus'tan sonra gelen 2 büyük tanrıdan biri ve Zeus'un erkek kardeşi(diğeri Hades).
* Hades: Yeraltının tanrısı, ölülerin yöneticisi, Zeus'tan sonraki en büyük 2 tanrıdan biri ve Zeusun erkek kardeşi(diğeri Poseidon).
* Athena: Zekâ, sanat, eğitim ve savaş stratejisi tanrıçası.
* Ares: Savaş ve kahramanların tanrısı.
* Hephaistos: Ateşin ve demirciliğin tanrısı. Tanrıların demircisidir.
* Apollon: Müzik,kehanet,sağlık,okçuluk,güneş,ateş ve şifa tanrısı.
* Artemis: Avcılığın ve hayvanların tanrıçası.
* Hermes: Hırsızların ve yolcuların tanrısı. Tanrıların ulağı.
* Aphrodite: Aşkın, cinselliğin ve fiziki güzelliğin tanrıçası.
* Hestia: Evin, ailenin ve ocağın tanrıçası.
* Demeter: Doğanın, tarımın ve bereketin tanrıçası.
* Dionisos: Sarhoşluğun, deliliğin ve şarabın tanrısı.
***Alıntıdır***
Yunan Mitolojisinde İnsanın Yaratılışı
Titan İapetos'un dört oğlu olmuştu. Bunlardan Menoitios ve Atlas; Zeus'e başkaldıran Titanlarla beraber olduklarından cezalandırılmışlardı. Menoitios hainliğinden ve ölçüsüz cüretinden dolayı Erebos'a daldırılmışrı. Atlas ise dünyanın öbür ucunda ve Hesperides'lerin önünde omuzlarına gök kubbesini yüklenerek ayakta beklemek cezasına çarptırılmıştı. Diğer iki kardeş Prometheus ve Epimetheus'un kaderleri daha farklı oldu. Her ikisi de insanın yaratılışında önemli rol oynadılar.
Olympos tanrılarının kudretine ve kuvvetine karşılık Prometheus'ta kurnazlık ve zeka vardı. Titanların meşhur isyanları sırasında tarafsız davranan bir Titan olduğu halde baş tanrı kendisine başkaldırmadığı, tersine saygı gösterdiği için Prometheus'u Olympos'a ölmezler arasına kabul etmişti. Fakat kendi ırkını mahveden Zeus'a karşı içinde büyük bir kin ve öfke olan Prometheus, tanrılarını inkar edecek, onları hiçe sayacak ve işleyecekleri kötülüklerle en vahşi hayvanlara bile taş çıkartacak, dünyanın başına bela olacak bir mahluğu, insanı yaratarak intikam almaya karar verdi.
Prometheus ilk insanı çamuru göz yaşlarıyla karıştırarak yarattı.Buna aslanın gücünü, tavusun kibrini, tilkinin kurnazlığını, tavşanın ürkekliğini kattı. Fakat insan çıplaktı; kendisini koruyacak hiç bir şeye sahip değildi. Doğduğu günden itibaren acıları, üzüntüleri, ve bitmek bilmeyen ihtiyaçları başlıyordu. İlk insan çiğ meyvelerle, kanlı etlerle beslenip, elbise yerine bitkilerin yapraklarına sarılıyorlardı. Güneşin faydalarını bilmeden kendilerini karanlık oyuklarda saklıyorlardı. Yarattığı mahluklara acıyan Prometheus insanları daha iyi bir şekilde yaşatabilmek, vahşi hayvanlara karşı etkili silahlarla koruyabilmek, toprağı sürmeye yarayacak gerekli aletleri elde edebilmek için onlara madenleri işlemeyi öğretecek ve ateşi verecekti.
İçi baştan başa oyuk fakat yanabilir bir özle kaplı olan Ferule "Şeytantersi ağacı" denilen ağaçtan bir dal koparıp Lemnos adasına gitti. Hephaistos'un (Ateş Tanrısı) alevler fışkıran ocağına yaklaştı ve madenleri eriten kızgın ateşinden bir kıvılcım çaldı. Elindeki sopanın özünün içine sakladı ve onu ilahi bir armağan olarak insanlara götürdü.
O günden itibaren insanlar ateşin yardımıyla daha iyi yaşamaya başladılar. Yiyeceklerini pişiriyorlar, soğuk havada ısınıyorlar, karanlık mağaralarda çıralı odunları yakarak birbirlerinin yüzlerini görüyorlardı. Fakat bir süre sonra nerden geldiklerini unutarak kendilerini tanrılarla eşit tutmaya başladılar. Zeus onların böyle şımarık davranacaklarını önceden tahmin ettiği için onlara ateşi vermemişti. Kendi haberi olmaksızın insanlara ateşi hediye ettiği ve onları şımarttığı için Prometheus'a kızarak onu Kafkas dağlarının en yüksek tepesine gönderdi ve ateşin, sanayinin tanrısı Hephaistos'tan onu yalçın kayalara çakmasını istedi. İlahi demirci istemeyerek Zeus'un bu emrine boyun eğdi ve Prometheus'un kollarına ayaklarına kırılmaz zincirler geçirerek onları sıkıca kayalara çaktı. Prometheus'un cezası bununlada kalmadı. Her sabah, kocaman bir kartal kanatlarını açarak süzülüyor ve gelip Prometheus'un ciğerlerini yiyordu. Bu vahşi hayvan sivri tırnaklarını Prometheus'un göğsüne batırıyor ve korkunç gagası ile ciğerini didikliyordu. Akşama kadar yediği ciğer, gece sabaha kadar tekrar bitiyor, çoğalıyor eski haline geliyordu. Bu işkence tam bin sene sürecekti. Fakat otuz sene sonra Zeus Prometheus'a acıdı ve onu affederek tekrar ölümsüzler arasına Olympos dağına aldı.
***Alıntıdır***
Olympos tanrılarının kudretine ve kuvvetine karşılık Prometheus'ta kurnazlık ve zeka vardı. Titanların meşhur isyanları sırasında tarafsız davranan bir Titan olduğu halde baş tanrı kendisine başkaldırmadığı, tersine saygı gösterdiği için Prometheus'u Olympos'a ölmezler arasına kabul etmişti. Fakat kendi ırkını mahveden Zeus'a karşı içinde büyük bir kin ve öfke olan Prometheus, tanrılarını inkar edecek, onları hiçe sayacak ve işleyecekleri kötülüklerle en vahşi hayvanlara bile taş çıkartacak, dünyanın başına bela olacak bir mahluğu, insanı yaratarak intikam almaya karar verdi.
Prometheus ilk insanı çamuru göz yaşlarıyla karıştırarak yarattı.Buna aslanın gücünü, tavusun kibrini, tilkinin kurnazlığını, tavşanın ürkekliğini kattı. Fakat insan çıplaktı; kendisini koruyacak hiç bir şeye sahip değildi. Doğduğu günden itibaren acıları, üzüntüleri, ve bitmek bilmeyen ihtiyaçları başlıyordu. İlk insan çiğ meyvelerle, kanlı etlerle beslenip, elbise yerine bitkilerin yapraklarına sarılıyorlardı. Güneşin faydalarını bilmeden kendilerini karanlık oyuklarda saklıyorlardı. Yarattığı mahluklara acıyan Prometheus insanları daha iyi bir şekilde yaşatabilmek, vahşi hayvanlara karşı etkili silahlarla koruyabilmek, toprağı sürmeye yarayacak gerekli aletleri elde edebilmek için onlara madenleri işlemeyi öğretecek ve ateşi verecekti.
İçi baştan başa oyuk fakat yanabilir bir özle kaplı olan Ferule "Şeytantersi ağacı" denilen ağaçtan bir dal koparıp Lemnos adasına gitti. Hephaistos'un (Ateş Tanrısı) alevler fışkıran ocağına yaklaştı ve madenleri eriten kızgın ateşinden bir kıvılcım çaldı. Elindeki sopanın özünün içine sakladı ve onu ilahi bir armağan olarak insanlara götürdü.
O günden itibaren insanlar ateşin yardımıyla daha iyi yaşamaya başladılar. Yiyeceklerini pişiriyorlar, soğuk havada ısınıyorlar, karanlık mağaralarda çıralı odunları yakarak birbirlerinin yüzlerini görüyorlardı. Fakat bir süre sonra nerden geldiklerini unutarak kendilerini tanrılarla eşit tutmaya başladılar. Zeus onların böyle şımarık davranacaklarını önceden tahmin ettiği için onlara ateşi vermemişti. Kendi haberi olmaksızın insanlara ateşi hediye ettiği ve onları şımarttığı için Prometheus'a kızarak onu Kafkas dağlarının en yüksek tepesine gönderdi ve ateşin, sanayinin tanrısı Hephaistos'tan onu yalçın kayalara çakmasını istedi. İlahi demirci istemeyerek Zeus'un bu emrine boyun eğdi ve Prometheus'un kollarına ayaklarına kırılmaz zincirler geçirerek onları sıkıca kayalara çaktı. Prometheus'un cezası bununlada kalmadı. Her sabah, kocaman bir kartal kanatlarını açarak süzülüyor ve gelip Prometheus'un ciğerlerini yiyordu. Bu vahşi hayvan sivri tırnaklarını Prometheus'un göğsüne batırıyor ve korkunç gagası ile ciğerini didikliyordu. Akşama kadar yediği ciğer, gece sabaha kadar tekrar bitiyor, çoğalıyor eski haline geliyordu. Bu işkence tam bin sene sürecekti. Fakat otuz sene sonra Zeus Prometheus'a acıdı ve onu affederek tekrar ölümsüzler arasına Olympos dağına aldı.
***Alıntıdır***
Kaydol:
Yorumlar (Atom)